• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

3- Hz. Fatıma

Hz. Fatıma Zehrâ’nın (a.s) Hayatı

  • Adı ve Soyu: Fatıma bint Muhammed (s.a.a) b. Abdullah b. Abdülmuttalib…

  • Annesi: Hatice bint Huveylid (Allah ondan razı olsun).

  • Künyesi: Ümmü Ebihâ (Babasının Annesi), Ümmü’l-Haseneyn, Ümmü’l-Eimmet, Ümmü’r-Reyhâneteyn ve başka künyeleri.

  • Lakapları: Zehrâ, Betûl, Sıddîka, Mübareke, Tâhire, Zekiyye, Râzıye, Mardıyye, Muhaddese ve daha birçok sıfat.

  • Doğum Tarihi: Şiî kaynaklara göre Hicret’ten beş yıl önce, 20 Cemâziyelâhir'de doğmuştur.

  • Doğum Yeri: Mekke-i Mükerreme.

  • Evliliği: Emirü’l-Müminîn Ali b. Ebî Tâlib (a.s) ile evlendi.

  • Çocukları: Hasan ve Hüseyin (a.s), Zeyneb-i Kübrâ ve Zeyneb-i Suğrâ (a.s).

  • Yüzüğünün Nakşı: "Mütevekkiller emniyette olur."

  • Hizmetçisi: Fıdda (Allah ondan razı olsun).

  • Ömür Süresi: Şiî rivayetlere göre 18 yıl yaşamıştır.

  • Şehadet Tarihi: Hicri 11 yılının 3 Cemâziyelâhir günü, bazı rivayetlerde 13 Cemâziyelevvel.

  • Kabri: Medine-i Münevvere’dedir. Kabrinin tam yeri ihtilaflıdır.


Doğumu

Hz. Fatıma (a.s), Allah Resûlü’nün (s.a.a) en küçük ve en sevgili kızıdır. Mekke’de, nübüvvetin 5. yılında 20 Cemâziyelâhir günü, bir cuma günü dünyaya gelmiştir. Peygamber (s.a.a) soyunun sadece ondan devam etmesi nedeniyle ona özel bir sevgi beslerdi ve onu “Ümmü Ebihâ – Babasının Annesi” diye çağırırdı. Onun adını Fatıma koydu ve "Zehrâ" ve "Betûl" lakaplarını verdi. "Betûl", yani dünyadan ve zamanının kadınlarından kesilmiş; fazilette, dinde ve asalette benzersiz biri olduğu için bu lakap verilmiştir.

Sekiz yıl Mekke’de babasıyla birlikte yaşadıktan sonra hicretle birlikte Medine’ye göç etti. Orada Hz. Ali (a.s) ile evlendi. Hz. Peygamber (s.a.a) vefat ettiğinde Hz. Fatıma 18 yaşındaydı.

Peygamberimiz onun hakkında şöyle buyururdu:

“Fatıma, benden bir parçadır. Onu öfkelendiren beni öfkelendirir.”
“Fatıma benden bir parçadır. Ona eziyet veren bana da eziyet verir.”


Hz. Fatıma'nın (a.s) Gerdanlığı

Câbir b. Abdullah el-Ensârî şöyle rivayet eder:

Resûlullah (s.a.a) bize ikindi namazını kıldırdıktan sonra oturmuştu. Etrafı sahabelerle çevriliyken yaşlı, üstü başı eski bir Arap adamı geldi. Aç ve perişan hâlini belirterek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Nebisi! Açım, giyinecek bir şeyim yok ve yoksulum. Lütfen yardım et.”
Peygamberimiz (s.a.a) buyurdu:

“Sana verecek bir şeyim yok, ama hayra vesile olan da onu yapan gibidir. Allah ve Resulünü seven bir ev vardır; oraya git.”
Sonra Bilâl’e dönerek şöyle dedi:
“Bu adamı Fatıma’nın evine götür.”

Adam Hz. Fatıma’nın (a.s) kapısını çaldı ve durumunu anlattı. O sırada evde ne yiyecek ne de giyecek vardı. Fatıma (a.s), Hasan ve Hüseyin’in üzerinde uyudukları koç postunu çıkarıp adama verdi. Adam, “Bu açlığımı gidermez,” dedi. Bunun üzerine Fatıma (a.s), boynundaki, halası Hamza’nın kızı tarafından hediye edilen gerdanlığı çıkarıp ona verdi:

“Bunu sat, umarım Allah sana daha iyisini verir.”

Adam gerdanlığı aldı, mescide gidip durumu anlattı. Peygamber (s.a.a) gerdanlığı görünce ağladı ve şöyle dedi:

“Bu gerdanlığı Fatıma verdi ya, Allah sana mutlaka iyilikte bulunacaktır.”

Ammâr b. Yâsir gerdanlığı satın almak istedi. Adam, bir öğün yemek, bir elbise, yol parası istedi. Ammâr ona:

“Yirmi dinar, iki yüz dirhem, bir elbise, bineğin ve yiyeceğin benden,” dedi.

Adam kabul etti. Ammâr gerdanlığı misk ile kokulayıp Yemen kumaşına sardı ve kölesine verdi:

“Bunu Peygamberimize götür ve sen artık hürsün,” dedi.

Peygamber (s.a.a), köleye:

“Şimdi git, gerdanlığı Fatıma’ya ver ve sen artık onun hizmetindesin,” dedi.

Hz. Fatıma (a.s) gerdanlığı alınca köleyi azat etti. Köle güldü. Fatıma sordu:

“Niçin gülüyorsun?”
O da:
“Bu gerdanlık bir açın karnını doyurdu, bir çıplağı giydirdi, bir yoksulu zengin etti, bir köleyi azat etti ve sonra sahibine döndü,” dedi.

Gökten İnen Sofra:

Bir gün Emirü’l-Müminin İmam Ali (a.s) sabah aç olarak uyandı ve dedi ki:
“Ey Fatıma! Yiyecek bir şeyin var mı?”
Hz. Fatıma (a.s): “Hayır,” dedi.

İmam Ali (a.s), Allah’a güvenerek evden çıktı ve bir dinar borç aldı. O dinarı ailesine bir şeyler almak için harcamak üzereyken, yolda sıkıntılı bir halde olan Mikdad’ı gördü ve ona sordu:
“Ey Mikdad! Seni bu saatte evinden çıkaran nedir?”
Mikdad dedi ki:
“Ey Ebu’l-Hasan! Açlıktan başka bir şey değil. Ailem açlıktan inliyor.”

Bunun üzerine İmam Ali (a.s) dinarı ona verip dedi ki:
“Bu dinarı al ve ailen için yiyecek al.”

Sonra mescide giderek Resulullah’ın (s.a.a) arkasında namaz kıldı. Namazdan sonra Peygamber (s.a.a) ona dönerek dedi ki:
“Ey Ebu’l-Hasan! Akşam yemeği için seninle gelebilir miyiz?”

İmam Ali (a.s) mahcubiyetinden başını eğdi. Resulullah (s.a.a) onun sessizliğini görünce buyurdu:
“Ey Ebu’l-Hasan! Eğer evde yemeğin yoksa ‘yok’ de, dönerim. Varsa ‘var’ de, seninle geleyim.”

İmam dedi:
“Öyleyse buyur gidelim.”

Birlikte Hz. Fatıma’nın (a.s) evine gittiler. O sırada Hz. Fatıma (a.s) namaz kılmakta ve arkasında dumanı tüten bir yemek kabı (güveç) vardı.

Resulullah (s.a.a) selam verdi, sonra dedi ki:
“Ey kızım! Bu gece sizinle akşam yemeği yemeye geldim.”

Hz. Fatıma (a.s), o yemeği getirip Resulullah (s.a.a) ve Emirü’l-Müminin’in (a.s) önüne koydu.

İmam Ali (a.s) hayretle sordu:
“Ey Fatıma! Bu yemek sana nereden geldi?”

Resulullah (s.a.a) şöyle cevap verdi:
“Ey Ali! Bu, verdiğin dinarın yerine Allah’ın sana ihsanıdır.”


Hz. Zehrâ'nın (a.s) Makamı:

İbn Abbas şöyle rivayet eder:
Resulullah (s.a.a) bir gün Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s) ile birlikte oturuyordu ve şöyle dua etti:
“Allah’ım! Sen bilirsin ki bunlar benim Ehl-i Beytim ve bana en sevimli olan kimselerdir. O halde onları seveni sev, onları sevmeyeni sevme; onları dost edinenle dost ol, düşmanlık edenle düşman ol. Onları her türlü pislikten arındır, günahlardan masum kıl, Ruhul Kudüs ile onları destekle.”

Sonra buyurdu:
“Ey Ali! Sen ümmetimin imamı ve benden sonra halifemsin. Sen müminleri cennete götüren rehbersin. Sanki kızım Fatıma’yı kıyamet günü görüyorum; nurdan bir deve üzerinde, sağında 70.000 melek, solunda 70.000 melek, önünde ve arkasında da 70.000 melek; ümmetimin mümin kadınlarını cennete yönlendiriyor.”

“Her kim günde beş vakit namaz kılar, Ramazan orucunu tutar, hacceder, zekatını verir, kocasına itaat eder ve benden sonra Ali’yi veli edinirse, kızım Fatıma’nın şefaatiyle cennete girer. O, âlemlerin kadınlarının hanımefendisidir.”

Oradakiler sordu:
“Ey Allah’ın Resulü! O sadece kendi zamanının mı kadınlarının hanımefendisi?”

Buyurdu:
“Hayır! O, ilk ve son bütün kadınların hanımefendisidir. Mihrapta namaza durduğunda 70.000 melek ona selam verir ve Meryem’e söylediklerini ona da söylerler:
‘Ey Fatıma! Allah seni seçti, seni arındırdı ve seni âlemlerin kadınlarına üstün kıldı.’”

Sonra Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) dönerek buyurdu:
“Ey Ali! Fatıma benden bir parçadır. Gözümün nuru ve kalbimin meyvesidir. Onu üzen, beni üzer; onu sevindiren, beni sevindirir. O, Ehl-i Beytim’den bana ilk kavuşacak olandır. Benden sonra ona iyi davran. Hasan ve Hüseyin benim oğullarımdır, cennet gençlerinin efendileridir; onlara kulakların ve gözlerin gibi değer ver.”

Sonra Resulullah (s.a.a) ellerini semaya kaldırarak şöyle dedi:
“Allah’ım! Onları seveni sev, onlara düşman olana düşman ol. Onlarla barışık olana selamet ver, onlarla savaşana karşı savaş. Onlarla dost olana dost ol.”


Tesbih, Hizmetçiden Daha Hayırlıdır:

İmam Ali (a.s), Hz. Zehrâ’nın (a.s) ev işlerinden dolayı yorgun düştüğünü görünce ona şöyle dedi:
“Babana gidip sana bir hizmetçi vermesini istesen nasıl olur?”

Hz. Fatıma (a.s) Resulullah’ın (s.a.a) yanına gitti, fakat yanında başkaları olduğunu görünce utandı ve geri döndü.

Peygamber (s.a.a) onun ihtiyacı olduğunu fark etti ve evine gitti:
“Ey kızım! Benden bir şey istemiş miydin?”

Hz. Ali (a.s) şöyle cevap verdi:
“Ey Allah’ın Resulü! O, tulumla su çektiği için elleri kabardı, evi süpürdü, üstü başı tozlandı, ocağın altına odun attı, elbiseleri yıprandı. Ben de dedim ki: Babanın yanına git ve sana bir hizmetçi istemesini rica et.”

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Size hizmetçiden daha hayırlı bir şey öğreteyim mi?
Yatarken 33 defa ‘Sübhanallah’, 33 defa ‘Elhamdülillah’ ve 34 defa ‘Allahu Ekber’ deyin.
Bu, dilde 100 eder, ama mizanda 1000 sevap eder.”

Hz. Fatıma (a.s) şöyle dedi:
“Allah ve Resulü’nün teklifine razıyım.”


Hz. Zehrâ’nın (a.s) Vefatı:

Hz. Fatıma’nın (a.s) Resulullah’tan (s.a.a) sonra ne kadar yaşadığı konusunda farklı rivayetler vardır:
Kimi 40 gün, kimi 75 gün, kimi 100 gün, kimi 4, 6 veya 8 ay demiştir. Ancak herkesin ittifak ettiği nokta, onun Resulullah’tan sonra en fazla 8 ay, en az 40 gün yaşadığıdır.

Vefat ettiğinde onu yıkayan İmam Ali (a.s) idi.
Namazını da kendisi kıldı ve geceleyin gizlice defnetti.
Cenazesine sadece Ali (a.s), Hasan, Hüseyin, bazı Haşimiler ve yakın dostları katıldı.

Kabri düzleştirildi; hatta mezarının yeri belli olmasın diye çevresine yedi sahte mezar yapıldığı da rivayet edilir. Bu yüzden mezarının yeri hakkında çeşitli rivayetler vardır:
Kimi evine, kimi Baki mezarlığına, kimi de Peygamber’in (s.a.a) kabri ile minberi arasına defnedildiğini söyler.


Hz. Fatıma'nın (a.s) Fedek Konusundaki Hakkını Savunması:

Âlim Tabersi, “el-İhticâc” adlı eserinde (c.1, s.253), Hz. Fatıma’nın (a.s), halife Ebu Bekir’in Fedek’i kendisinden almasına karşı çıkışını şöyle rivayet eder:

Fatıma (a.s) bunu duyunca başörtüsünü başına sardı, üzerini örtüp dışarı çıktı. Yanında hizmetçileri ve kavminden bazı kadınlar vardı. Eteğini yere kadar sürüyordu, yürüyüşü aynen babası Resulullah’ın yürüyüşü gibiydi.

Mescide girdiğinde Ebu Bekir sahabelerle birlikteydi. Önüne bir örtü çekildi, sonra oturdu. Bir feryat etti, cemaat ağlamaya başladı, meclis sarsıldı. Az sonra sözlerine başladı, Allah’a hamd etti, Resulullah’a salat okudu.

Sonra şöyle dedi:
“Ey insanlar! Ben Fatıma’yım. Babam Muhammed’dir. Söylediklerimde hata yoktur, yapıp ettiklerim haksız değildir…”

“…Peygamberiniz aranızdan ayrılınca, nifak dikenleri ortaya çıktı, bâtılın sesi yükseldi… Şeytan yuvasından başını çıkardı… Sizi ayağa kaldırdı, sizi gazaplandırdı… Size ait olmayan deveye işaret ettiniz, size ait olmayan pınardan su içtiniz.”

(Kast edilen: Hilafet ve Fedek gibi hakkı olmayan şeyleri aldılar.)

Fatıma Zehrâ’nın (a.s) Meşhur Hutbesi 

Bu, (henüz) ahit (yani Peygamber’in vefatı) tazeyken, sözler hâlâ yankılanıyorken, yara derin ve henüz kabuk bağlamamışken, Resûl (s.a.a) daha yeni defnedilmişken sizin yaptığınız bir başlangıçtır. Fitneden korktuğunuzu iddia ettiniz; dikkat edin, fitnenin ta içine düştünüz! Ve cehennem kâfirleri kuşatıcıdır.

Sizden (böyle bir davranış) ne uzak bir beklenti! Sizi nasıl böyle bir şeye sevk etti, nasıl döndürülüyorsunuz?! Oysa Allah’ın kitabı yanınızdadır, sizse onu sırtlarınızın arkasına attınız! Ondan yüz mü çeviriyorsunuz? Yoksa başka bir hükümle mi hükmetmek istiyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir değişimdir bu!

Sonra tutuşturmaya başladınız o ateşi, körüklediniz korlarını, şeytanın çağrısına cevap verdiniz, dinin apaçık nurunu söndürmeye kalktınız, seçilmiş Nebî’nin sünnetlerini yok saydınız. Peygamber’in ailesine ve çocuklarına sıkıntı ve zorluk getirdiniz. Bizse, sizin bu tavrınıza, içe işleyen bıçak yarasına, kalbe saplanan mızrak ucuna sabrettik. Şimdi ise diyorsunuz ki: “Bizim size miras hakkı yok.” Ne yani, cahiliye hükmünü mü istiyorsunuz? Allah’tan daha güzel hüküm koyan kimdir, yakin eden bir topluluk için?!

Bilmiyor musunuz? Elbette biliyorsunuz! Tıpkı güneşin doğuşu gibi size apaçık belli olmuştur ki ben onun kızıyım!

Ey Müslümanlar! Ben mirasımı elimden mi aldıracağım? Ey Ebû Kuhâfe’nin oğlu! Allah’ın kitabında baban (Ebû Kuhâfe) sana miras bırakır da ben babamdan miras alamaz mıyım?! Vallahi, Allah ve Resûlü’ne büyük bir iftira attınız!

Yoksa kasten mi Allah’ın kitabını terk ettiniz ve arkanıza mı attınız?! Oysa Allah şöyle buyurur: “Süleyman, Dâvud’a mirasçı oldu.” (Neml, 16) ve Yahyâ (a.s) hakkında şöyle der: “Bana, benden sonra varis olacak ve Yakup ailesinden miras alacak bir veli ver.” (Meryem, 6) ve yine şöyle der: “Akrabalar, Allah’ın kitabında birbirlerine daha yakındırlar.” (Enfâl, 75)

Ayrıca şöyle de buyurur: “Allah, çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kadının payı kadar pay verilmesini tavsiye eder.” (Nisâ, 11) ve: “Geride mal bırakan kimse için anne-babaya ve yakınlara vasiyet etmek, muttakiler üzerine bir haktır.” (Bakara, 180)

Siz şimdi diyorsunuz ki, benim babamla aramda ne bir yakınlık ne de bir miras hakkı varmış! Allah size özel bir ayet mi indirdi de babam Muhammed’i o ayetten hariç tuttu? Yoksa “iki din mensubu birbirine mirasçı olamaz” mı diyorsunuz? Ben ve babam aynı dine mensup değil miyiz? Yoksa siz, Kur’an’ın geneli ve özeli konusunda babam ve amcamın oğlundan (Ali) daha mı bilgilisiniz?

Peki, al götür işte (Fedek’i), hazır ve binilip götürülmüş bir halde; seni kıyamet gününde karşılasın! Allah ne güzel bir hüküm vericidir. Peygamber (s.a.a) ne güzel bir kefildir. Kıyamet ne güzel bir buluşma yeridir. O gün batıl iddia edenler hüsrana uğrayacaktır. O vakit pişman olsanız da sözünüz size bir fayda vermeyecektir. Her haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. O zaman kimin alçaltıcı bir azaba uğrayacağını, kimin kalıcı bir azabın hedefi olacağını göreceksiniz!

Sonra Ensâr’a (Medineli Müslümanlara) yönelip şöyle buyurdu:

Ey İslam’ın direkleri, milletin yardımcıları, İslam’a kol kanat gerenler! Hakkımda bu ne gaflet ve bu ne suskunluk?! Oysa Resûlullah (s.a.a) sizlere şöyle dememiş miydi: “Kişi, evladında korunur”? Ne çabuk unuttunuz?! Ne acele ettiniz yeni şeyler icat etmekte?!

Oysa sizde, benim istediğim hakkı almam için güç ve kuvvet vardı!

Ey Beni Kıyle (yani Evs ve Hazrec)! Babamın mirasını elimden alıyorlar, sizse bunu görüp duyuyorsunuz! Meclistesiniz, topluluğun ortasındasınız! Davet sizi kuşatmış, tecrübe sizde toplanmış, siz sayı ve donanım sahibi insanlarsınız, silahınız var, gücünüz yerinde...

Ama çağrı size ulaşsa da cevap vermiyorsunuz! Feryat size erişse de yardıma koşmuyorsunuz! Oysa siz savaşta direnişle anılan, hayır ve doğrulukla bilinen insanlarsınız...

Ama görüyorum ki, kolay yaşamı tercih ettiniz, hakkı olanı — genişlikte ve darlıkta hakkı olanı (Ali’yi) — uzak tuttunuz, rahata kapıldınız, genişlik yerine darlığı seçtiniz. Ağzınızla söylediklerinizi tükürdünüz, sindirdiğiniz şeyi kustunuz. Siz ve yeryüzündeki herkes inkâr etse bile, bilin ki Allah ganî ve hamîddir.

Ben ise söylediklerimi, sizin iç yüzünüzü bildiğim için söyledim. Kalplerinizdeki hainliği hissettiğim için konuştum. Bu, içimin taşmasıydı, öfkemin dışa vurumuydu, kılıcın kınına sığmamasıydı, kalbin yanmasıydı, hüccetin takdimiydi.

Haydi alın işte onu (Fedek’i)! Onu omuzlayın! Ama bilin ki bu, Allah’ın gazabı ve sonsuz bir rezillik olarak sizinle kalacak! Allah’ın tutuşturulmuş ateşine bağlı kalacak; o ateş ki kalpleri dahi kavrar. Allah’ın gözü önünde ne yaparsanız yapın! Zalimlerin akıbetinin ne olacağını yakında göreceksiniz!

Ben, sizin için azap öncesi uyarıcı olan babamın kızıyım! O halde siz de yapacağınızı yapın, biz de yapacağız! Bekleyin, biz de bekliyoruz!

Bunun üzerine Ebû Bekir dedi ki:
— Allah’a yemin ederim, şahit olsun ki, Resûlullah’tan (s.a.a) şöyle dediğini duydum: “Biz peygamberler, altın, gümüş, ev ve mülk miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız ilim, hikmet, kitap ve nübuvvettir. Geri kalan şeylerde, bizden sonra gelen yönetici dilediği gibi tasarruf eder.”

Hazret-i Fâtıma (a.s) buna şöyle cevap verdi:

— Sübhânallah! Babam Allah’ın kitabından yüz çevirmiş olabilir mi?! Oysa o, Allah’ın kitabını izler, ayetlerinin peşinden giderdi! Şimdi siz hem ihanet ediyor hem de ona yalan isnat ediyorsunuz! Oysa bu Allah’ın kitabıdır, adil bir hakemdir, açık bir ayırıcıdır. Şöyle der: “(Bana bir veli ver) ki bana da Yakup ailesine de mirasçı olsun.” (Meryem, 6), “Süleyman, Dâvud’a mirasçı oldu.” (Neml, 16)

Allah, miras paylarını belirlediği ayetlerde hükmünü açıkça bildirmiştir. Hayır! Nefisleriniz sizi bu yalana ve gaspa yönlendirdi! Artık güzel bir sabırla sabredeceğim; söylediklerinize karşı Allah’tan yardım dilerim.

Ebû Bekir dedi ki:
— Allah doğru söyledi, Resûlü doğru söyledi, sen de doğru söyledin ey Resûlullah’ın kızı! İşte bu Müslümanlar aramızda hükmetsin! Onlar beni bu işe görevlendirdiler. Ben de onların ittifakıyla aldım bu görevi; ne zorladım ne dayattım ne de ayrıcalık istedim. Onlar da buna şahittir.

Bunun üzerine Hazret-i Fâtıma (a.s) halka döndü ve şöyle buyurdu:

— Ey Müslümanlar! Batıl söze çabucak sarılanlar! Çirkin işe susanlar! Kur’ân’ı düşünmez misiniz?! Yoksa kalplerinize kilit mi vuruldu?! Hayır! Kalplerinizi kir kapladı, kötü amelleriniz duyu organlarınızı kör etti! Ne kötü bir tevile yöneldiniz! Ne kötü bir istikamete işaret ettiniz! Ne fena bir şeyi gasp ettiniz!

Vallahi, o yükün ağırlığını hissedeceksiniz! Sonunda perdesi kalkacak, ardındaki acılar açığa çıkacak! Allah’tan ummadığınız şeylerle karşılaşacaksınız! İşte o zaman batılcılar ziyana uğrayacak!

Sonra Hazret-i Fâtıma (a.s), Peygamber’in (s.a.a) kabrine döndü ve Hind bint Ütâse’nin şu beyitleriyle mersiye okudu:

Senin ardından nice haberler ve kargaşalar oldu,
Eğer sen görseydin, bu kadar çok felaket yaşanmazdı!
Biz seni toprağını bekleyen bereketli yağmur gibi özledik,
Kavmin dağıldı; ey Nebi, onları şahit ol ve yalnız bırakma!
Akrabalık bağı olan herkese yakınlık vardır Allah katında,
En yakın olan ise en öne geçmiştir.
Bazı adamların içindeki kin ortaya çıktı,
Toprak seni örttü ve aramızdan ayrıldın!
İnsanlar bize yüz çevirdi ve bizi küçümsedi,
Sen yoksun artık, mirasın da zorla alındı!
Sen dolunaydın, nurdun; seninle aydınlanırdık,
Kudret sahibi Allah’tan sana vahiy inerdi.
Cebrâil (a.s) ayetlerle bizi ne güzel teselli ederdi,
Artık sen yoksun, bütün hayır gizlenmiş oldu!
Keşke ölüm seni almadan önce bizi almış olsaydı,
Toprak seni bizden ayırmadan önce!
Biz öyle bir musibete uğradık ki,
Hiçbir acı çeken, ne Arap ne Acem, böyle bir şey görmedi!

- Fadek:

Fadek, Hicaz bölgesinde yer alan bir köydür. Medine’ye iki ya da üç günlük mesafededir. Allah, hicretin yedinci yılında orayı savaşsız bir şekilde Resûlullah’a (s.a.a) bağışladı. Yani oraya ne atlı ne de yayalarla sefer yapılmadan, savaşılmadan sahip olunmuştur. Bu nedenle orası Allah Resûlü’ne özel bir mülk (fey) oldu. Fadek’te kaynayan bir su kaynağı ve çok sayıda hurma ağacı vardı. — Bkz. Mu'cemü’l-Büldan 4/238

Fadek Allah Resûlü’ne özel mülk olarak verildikten sonra, Allah (c.c.) şu ayeti indirdi:

“Yakın akrabaya hakkını ver.” (Rûm, 38)

Bu ilahi emre dayanarak Peygamber (s.a.a), Fadek’i kızı Hz. Fâtıma’ya (s.a) bağışladı. Bu hadiseden sonra Fadek’in başına gelenler şunlardır:

  1. Hz. Fâtıma (s.a), hicretin yedinci yılından itibaren ve Peygamber’in (s.a.a) vefatına kadar Fadek’in maliki olarak kaldı. Orayı bir vekili vasıtasıyla idare etti, gelirini ise fakirlere dağıttı.

  2. Hz. Ebubekir halife olduktan sonra Fadek’i Hz. Fâtıma’dan (s.a) aldı. Gerekçesi ise oranın tüm Müslümanlara ait bir “fey” malı olduğu yönündeydi.

  3. Daha sonra Muaviye, Fadek’i Mervan bin Hakem’e hibe etti. Bu hareketiyle Peygamber ailesini (a.s) öfkelendirmek istiyordu. Bu da gösteriyor ki, Fadek sadece sıradan bir toprak parçası değil, siyasi ve manevi olarak da çok önemli bir semboldü.

  4. Mervan, Fadek’i oğlu Abdülaziz’e devretti. Abdülaziz’in ölümünden sonra oğlu Ömer bin Abdülaziz onu miras aldı. Halife olan Ömer bin Abdülaziz, Fadek’i Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın (a.s) evlatlarına geri verdi.

  5. Daha sonra halife olan Yezid bin Abdülmelik Fadek’i tekrar el koydu. Bu şekilde Fadek, Emevîlerin elinde kaldı.

  6. Abbasi halifesi Ebû’l-Abbas Seffah halife olunca Fadek’i tekrar Hz. Ali’nin (a.s) çocuklarına iade etti.

  7. Ancak Abbasi halifesi Mansur döneminde, Hasanîler (Hz. Hasan’ın torunları) halifeye karşı ayaklanınca Fadek tekrar ellerinden alındı ve Abbasilere geçti.

  8. Halife Me’mun, hükümdarlığını sağlamlaştırdıktan sonra Fadek’i yeniden Hz. Fâtıma’nın evlatlarına verdi. Bu konuda kadılardan yazılı belge alarak resmi hale getirdi. Bu gelişme üzerine şair Dî’bil şöyle dedi:

“Zamanın yüzü güldü,
Çünkü Me’mun, Hâşimoğulları’na Fadek’i geri verdi.”

Kaynaklar: Mu'cemü’l-Büldan 4/238, Keşşaf/ Zemahşerî 2/661, Fethu’l-Kadîr/ Şevkânî 3/224


- Fadek Kıssasından Alınan Dersler ve İbretler:

Allah Resûlü (s.a.a), Fadek’i hicretin 7. yılında Allah’ın emriyle kızı Fâtıma’ya (s.a) bağışladı. Fâtıma (s.a), bu toprakları 3 yılı aşkın süre idare etti. Ancak onun ve Hz. Ali’nin (a.s) yaşamında bir değişiklik olmadı. Yine bir arpa ekmeğiyle ve sade bir yemekle yetinmeye devam ettiler. Yani:

Fadek’in zenginliği onların yaşam tarzını değiştirmedi.

Peki, o zaman Fadek’in geliri nereye gidiyordu?
Bu gelir yoksullara ve muhtaçlara dağıtılıyordu. Hz. Ali ve Fâtıma (a.s) ise zühd içinde yaşamayı sürdürdüler.

Burada bazı önemli sorular akla gelir:

  • Neden halifeler bu toprağa el koydu?

  • Neden onun fakirlere faydalı olmaya devam etmesine izin verilmedi?

  • Neden Hz. Fâtıma (s.a) Fadek, Benî Nadr malları, Hayber’den gelen pay ve babasından kalan miras konusunda bu kadar ısrarcıydı?

Bu ısrar, zalim iktidarın haksız uygulamalarına karşı bir duruştu. Hz. Fâtıma (s.a), bu uğurda ölene kadar hak talebinden vazgeçmedi ve gece defnedilmesini vasiyet etti. Bu, aşağıdaki derslerin anlaşılması içindi:

1. Hak ve Adaletin Savunulması:

Peygamber ve Ehl-i Beyt (a.s), hakka bağlılığı ve zulmün reddini İslam'ın temel ilkesi olarak topluma yerleştirmek istediler. Fâtıma’nın (s.a) bu davası, her çağda mazlumlara ışık tutan bir meşaledir.

2. Tehlikeli Bir Sapmayı Düzeltme Çabası:

Fâtıma’nın (s.a) Kur’an’a dayanarak hakkını savunması, Peygamber’in vefatından sonra yaşanan büyük bir sapmayı gözler önüne serdi. Bu, İslam’ın rotasını yeniden düzeltme çabasıydı.

3. Herkese Bir Mesaj:

Hz. Fâtıma (s.a), bir kadının da zalim bir yönetime karşı ses çıkarabileceğini, hakka davet edebileceğini gösterdi. Hak talebi sadece erkeklerin işi değildir.

4. Sonuç Değil, Tavır Önemlidir:

İstenen hakkın elde edilip edilmemesi ikinci plandadır. Asıl mesele doğru bir tavır sergileyerek topluma doğruyu göstermektir.

5. Masumiyet ve Hakkın Delili:

Hz. Fâtıma (s.a), Kur’an’daki “Allah sadece siz Ehl-i Beyt’ten pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.” (Ahzâb, 33) ayetiyle masum ilan edilmiştir. Dolayısıyla onun yaptığı bir haksız talep olamaz. Onun sözü hüccettir. Başkalarının sözü ise sadece iddiadır.

Hz. Fâtıma (s.a), halifeleri son nefesine kadar affetmedi. Onlar ziyaretine geldiklerinde, sözde gözyaşlarıyla onu etkilemeye çalıştılar. Fakat bu pişmanlık değil, halkı aldatmaya yönelik bir tiyatroydu. Bu durumu bilen Fâtıma (s.a), gece gömülmeyi vasiyet ederek onların bu planını boşa çıkardı.


- Fadek Meselesinin Arkasındaki Sır Nedir?

Neden Peygamber’in kızı olan Hz. Fâtıma’nın (s.a) hakkı teslim edilmedi? Neden bu kadar eziyet edildi? Fadek, halifenin sahip olduklarının yanında çok küçük kalırdı. Peki mesele neydi?

Cevap şudur:

Mesele Fadek değildi.

Eğer Hz. Fâtıma’nın (s.a) Fadek hakkı tanınsaydı, o zaman onun masumiyeti ve sözünün hüccet olduğu da kabul edilecekti. Bu da onu inkâr edemeyenlerin, yarın gelip Hz. Ali’nin (a.s) hakkı için Kur’an ayetlerini ve Peygamber’in hadislerini delil göstermesine engel olamayacakları anlamına gelirdi.

O zaman “hilafet Haşimoğullarında (Ali’de) olamaz” iddiaları yıkılacaktı. Bu da “Sakife” planlarını boşa çıkarır, ev baskını, Hz. Fâtıma’nın kaburgasının kırılması ve düşen çocuğu Muhsin (a.s) gibi olayların anlamını ortadan kaldırırdı.

İşte bu yüzden Fâtıma (s.a), hakkını almak için mücadele etti. Onun mücadelesi, hak ile batılın ayrıştığı yerdir. Onun davası, bugün bile zalim iktidarların ve onların destekçilerinin uykularını kaçırmaktadır.


Yorumlar - Yorum Yaz
Günün Hadisi

GÜNÜN HADİSİ

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim arasında Ehl-i Beyt’imin misali, Nuh'un gemisi misali­dir. Ona binen kurtulur, ondan yüz çeviren ise helak olur.” (Bihar’ul Envar c.27, s.113)

Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam22
Toplam Ziyaret14353
Saat